Yapı itibarıyla kitap, Harris’in savcılıktan gelen disiplinli, tutanak benzeri üslubunu yansıtıyor. Pulitzer ödüllü yazar Geraldine Brooks’un katkısı metni daha akıcı ve edebi kılmaya çalışsa da Harris’in kendisini fazla açmadığı görülüyor. Kendi de bunu kabul ediyor: “Görev odaklıyım, yeterince düşünmeye ve hissetmeye zaman bırakmam.” Bu yaklaşım, kitabı kişisel itiraflardan çok siyasi bir bellek defteri hâline getiriyor.
Kitabın en belirgin alt başlığı, Harris’in Joe Biden’la ilişkisi. Harris, Biden’a karşı duyduğu “sıcaklık ve sadakati” sık sık dile getiriyor. Ancak satır aralarında hayal kırıklıkları ve incinmişlikler de açıkça okunuyor. Biden’ın kendisine göçmenlik gibi zor ve sonuç alınması güç dosyaları devretmesi, ekibinin saldırılara karşı onu savunmaması Harris’in hissettiği dışlanmayı özetliyor. Danışmanı David Plouffe’un kendisine defalarca “İnsanlar Joe Biden’dan nefret ediyor” dediğini aktarıyor ama Harris, sadakat ve onur gerekçesiyle Biden’dan net biçimde ayrışmaktan kaçındığını da itiraf ediyor. “Kendinizi bir başkasını aşağıya çekerek yüceltmeniz gerektiğine hiç inanmadım” sözleri, bu çelişkinin özeti.
Kitapta yer yer esprili ve kişisel satırlar da var. Örneğin, Ohio Senatörü JD Vance’in Air Force Two’ya yaklaşarak güvenlik ihlali yapmasını, “Gelecekteki uçağımı görmek istedim” sözleriyle açıklamasına öfkelenen Harris, “O anda ne yaptığını bilseydim arabadan iner, ‘a… si…’ diye başlayan kelimeyi söylerdim” diye yazıyor. Bu, Harris’in nadiren dışa vurduğu öfke ve mizahın bir arada görüldüğü bölümlerden. Ayrıca, kampanya temposu içinde eşi Douglas Emhoff’un doğum gününü unuttuğunu hatırlatması da kitabın en insani kırılganlıklarından biri.
5 Kasım 2024 seçim gecesi, kitabın dramatik doruk noktası. Harris, kendisinin ve Emhoff’un yaşadığı travmanın derinliğini, “Bu geceyi bir daha hiç konuşmadık, ancak bu kitabı yazarken yeniden hatırladık” sözleriyle anlatıyor. O gece, Howard Üniversitesi’nde zafer konuşması yerine yenilgiyi kabullenme atmosferi vardı. Ekibin “Madam President” yazılı pasta süslerini kaldırıp yerine şarap dağıtması, sembolik bir kırılma anı oldu. Harris’in tek hatırladığı ise defalarca tekrarladığı sözler: “Tanrım, ülkemize ne olacak?”
Harris’in kitabı, içerik olarak belki duygusal derinlikten yoksun görünebilir ama kronolojik yapısıyla 2024 seçimlerinin Demokrat Parti açısından bir otopsisi işlevi görüyor. Gün gün kaydedilen bu 107 gün, partinin kendi içindeki çekişmeleri, adaylık sürecinin kırılganlığını ve Harris’in sadakat–hırs ikilemini berrak biçimde ortaya seriyor. Jennifer Szalai’nin New York Times’ta yazdığı gibi, Harris “kendini açmakta” hâlâ ketum ama bu ketumiyetin ardında titizlikle kaydedilmiş bir siyasi hafıza var. 107 Days, bu yönüyle yalnızca bir adayın hikâyesi değil, Demokrat Parti’nin en kritik kırılma anlarından birinin belgesel kaydı.
Gözde Sula